26 Aralık 2011 Pazartesi

21-22 Şiirleri

Rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır:
                             kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı:
            zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim:
senin gibi güzel,
                     dost
                        ve sevgili olsun hayat...

Biliyorum henüz bitmedi
                                sefaletin ziyafeti...
Bitecek fakat..!


 Nâzım Hikmet Ran

15 Aralık 2011 Perşembe

Hissiyat Üzerine

  Hani bazı insanlar vardır hayatta. Ama yalnızca vardır... Var olmasından gayrı pek bir şeye ihtiyaç yoktur çünkü. Hani böyle bakarsın, ama yalnızca bakarsın... Yeter de zaten, pek fazla bir şeye gerek yoktur, "o" varken. Hani o'nu her gördüğünde ayda gibi havalardasın; ama bu kez kendin için büyük bir adım atarsın. Her gördüğünde bir adım daha, sanki her baktığında ilk kez görüyormuşçasına...


  Böyle -nasıl anlatılır bilmem- içinde gitgide bir şeyler kıpırdanmaya başlar. Gün geçtikçe daha bir tebessümle bakmaya başlarsın yaşadıklarına. Sanki içinde bir şeyler nefes almaya başlar; içinde bir şeyler soluk almaya başlar pervasızca. Ve sen farkına varmaya başlarsın bunun, incitmeden...


  Farkına vardığın anlarda, mütemadiyen bir boşluğa düşer gibi bir şiir gelir aklına;

                <<sevgilim, yalan söylerse sana  
                        kopsun ve mahrum kalsın dilim
                        seni seviyorum diyebilmek bahtiyârlığından>>


                                                                           gibi mesela...


  O'na okuyamazsın muhtemelen, aniden aklına gelen bu şiirleri. Fakat belki... Belki okumasını sağlayabilirsin yanyanayken. Hatta -eğer şanslı günündeysen- okuduktan sonra bakıp sana tebessüm edebilir... 


  Bazen anlatamıyorsun işte hissettiklerini;
                     benim şu an yapamadığım gibi...


  Yazımı tamamlarken bakıyorum da son zamanlarda genellikle şiir paylaşmışım, bozmayalım bu geleneği bu yazıda.


  Velhâsıl Edip Cansever der ya bir şiiirinde;


 Öyle bir çık ki karşıma
 her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi 
 az kalsın ölüyormuşum gibi
 hissedeyim seni...


 Diye, işte öyle bir şey...


İçtenlikle...

6 Aralık 2011 Salı

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Behçet Necatigil

5 Aralık 2011 Pazartesi

Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,

hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...



Nâzım Hikmet Ran

27 Kasım 2011 Pazar

Ellerinize ve Yalana Dair

Bütün taşlar gibi vekarlı,
                 hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
                                    bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
              ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz..!

Arılar gibi hünerli, hafif,
            sütlü memeler gibi yüklü,
                                tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz..!

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.


Ve insanlar,
     ah benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.

Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.

insanlar, 
    ah benim insanlarım,
                hele Asyadakiler, 
                              Afrikadakiler,
                                      Yakın Doğu, 
                                             Orta Doğu, 
                                                 Pasifik adaları
                                                    ve benim memleketlilerim,


yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,

elleriniz gibi ihtiyar 
                 ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, 
                 hayran ve gençsiniz.

İnsanlarım,
     ah benim insanlarım,
                        Avrupalım,
                           Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...

İnsanlarım, 
     ah benim insanlarım,
                antenler yalan söylüyorsa,
                       yalan söylüyorsa rotatifler,
                             kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
                                        dua yalan söylüyorsa,
                                             ninni yalan söylüyorsa,
                                                        rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
                                                    söz yalan söylüyorsa,
                                                            ses yalan söylüyorsa,


ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,


elleriniz balçık gibi itaatli,
         elleriniz karanlık gibi kör,
                  elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
                                       elleriniz isyan etmesin diyedir.

Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, 
bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, 
bu zulüm bitmesin diyedir...

Nâzım Hikmet Ran

21 Kasım 2011 Pazartesi

İnsanlık Yasası

MADDE I
Bu yasaya göre
önemli olan gerçektir bundan böyle
önemli olan yaşamdır
el ele verip
gerçek yaşam için çalışılacaktır.
 
MADDE II
Bu yasaya göre, iş günlerinin
bulutlu Salıların bile
bir Pazar sabahı olmaya hakları vardır.
 
 
MADDE IV
Bu yasaya göre
insan, insana kuşku duymayacaktır.
İnsan, insana güvenecektir artık
rüzgâra güvenen ağaç gibi,
havaya güvenen rüzgâr gibi,
göğün mavi tarlasına güvenen hava gibi.
 
PARAGRAF I
İnsan, insana güvenecektir
çocuğa güvenen çocuk gibi.
 
 
MADDE VII
Bu yasaya göre
doğruluk ve aydınlık hüküm sürecek
ve insanların içinde dalgalanan
cömert bir bayrak olacaktır mutluluk.
 
 
MADDE IX
Bu yasaya göre
alınteri taşıyacaktır ekmek.
Ama her şeyin üstünde, her şeyden önce
sevginin ılık tadını taşıyacaktır.
 
MADDE X
Bu yasaya göre, 
herkes ne zaman dilerse giyebilecektir
bayram giysilerini.
 
 
PARAGRAF II
Bir tek şey yasaklanmıştır:
sevip de sevgi duyamamak.
 
MADDE XIII
Bu yasaya göre, 
Artık satın alamayacaktır kimse
doğacak güneşleri.
Herkes* gelecek günleri kutlama hakkını,
şarkı söyleme hakkını savunacaktır.
 
SON MADDE
Bu yasaya göre
yasaklanmıştır özgürlük sözcüğünü kullanmak,
ağzın aldatıcı pisliğinden
ve sözlüklerden kaldırılacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte
diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük
ateş gibi, ırmak gibi,
bir buğday tanesi gibi,
ve insan yüreğine yerleşecektir.


Thiago De Mello
Çeviren: Ülkü Tamer


*Özelleştirmeye tabi tutulmuş bir bölüm.
Not:
(1)Kısaltılmamış halini  anlayamadığım bir nedenden dolayı yayınlayamadım.
(2)Bu paylaşım blogumun yeni ismi altında yayınladığım ilk paylaşım oldu. Dilerim blogun yeni halini de, paylaşımı da beğenmişsinizdir.

Sevgiyle...

19 Kasım 2011 Cumartesi

...


Yoruldun ağırlığımı taşımaktan,
ellerimden yoruldun,
gözlerimden,
gölgemden...


Sözlerim yangınlardı;
kuyulardı sözlerim...

Bir gün gelecek,
ansızın gelecek bir gün;
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde,
uzaklaşan ayak izlerimin...
Ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.

Nâzım Hikmet Ran

...

31 Ekim 2011 Pazartesi

Ölümümün Ardından


Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim,
yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar...
Şimdi orda her şey seninle başlıyor,
şimdi orda hiçbir şey yok;
senden önceme ait
ve sana ait olmayan...

Nâzım Hikmet

28 Ekim 2011 Cuma

Görmek ve Hissetmek Arzusu Üzerine


Denizin sonunda mavi bir duman gibi
gözümde tutuyorsun.
Yeşil bir erik dalı yüreğim,
sen altın tuylu bir yemiş;
sallanıyorsun...
<< Fakat ben seni böyle bir yemiş
ve bir duman gibi görmenin yerine
sahiden görmek istiyorum;
çıplak ayaklarını,
sahiden dokunmak istiyorum;
uzun parmaklı ellerine... >>

Nâzım Hikmet Ran

25 Ekim 2011 Salı

Dünyayı Verelim Çocuklara



Dünyayı verelim çocuklara;
hiç değilse bir günlüğüne...
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar,
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında...

Dünyayı çocuklara verelim,
kocaman bir elma gibi verelim, sıcacık bir ekmek somunu gibi...
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar,
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı...
<< Çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler..! >>


Nâzım Hikmet Ran



24 Ekim 2011 Pazartesi

Ben İsterim ki

Ben isterim ki
Bulutlar ağlasın
Çocuklar ağlamasın,
Hiçbiri öksüzlük
Yetimlik duymasın.

Ben isterim ki
Konuşsun her çiçek
kendi dilince,
Silahların
kesilsin sesi.

Ben isterim ki
soğuğa, karanlığa
kapansın kapılar,
Gözler kapanmasın,
Sözler kapanmasın.

Ben isterim ki,
Yangınlar sönsün,
Umutlar sönmesin,
Erişsin her meyve
kendi çağında.
Yüreklere
acı söz değmesin.

Ben isterim ki,
eğilsin dallar
bereketten.
İnsanoğlu
başını eğmesin
utançtan ya da güçsüzlükten

Ben isterim ki
gözyaşı gibi
aksın pınarlar
berrak, duru
toprağın üzerinde,
Pınar gibi
akmasın gözyaşı
yeryüzünün hiçbir yerinde
.

Ben isterim ki
Her şey eğilsin
insanın önünde,
insan insana tutsak olmasın.

Ben isterim ki
sevinç, mutluluk
bol olsun,
Yürekten yüreğe,
ülkeden ülkeye
açık yol olsun...


Resul Rıza
Çeviren: Ataol Behramoğlu

14 Ekim 2011 Cuma

Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz..?

Başlangıç
 
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
                                          ve taşı yonttuğumuzdan beri
                                                      yıkan da, yaratan da biziz,

yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada...!

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

 
1
 
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.


Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

 
2
 
Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.

Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.


Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.

Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
                    yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
                                        o bulutlardır geçen.

Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.

O bulutlardır geçen
                 yok olmuş olan dalların üstünden.

 
3
 
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
                    ama keder
                              dilediğin kadar,
                     yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
                       hastalık kederi,
                                              ayrılık kederi,
                                                       kocalmak kederinden
          gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
          avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.

 

Çağrı
 
Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
            toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.


Nâzım Hikmet Ran

Not: Genco Erkal tarafından yorumu için bknz.

11 Ekim 2011 Salı

Yolculukta

     İnsanlar da
           ülkelere benziyor...
     Sınırları var,

           yüz ölçümleri...
     Yasaları var,
           bayrakları,

                     ilkeleri...

      Kimi dağlık bir arazidir,
                                kimi kıraç,
                                     kimi bereketli...
      Kimi dardır,
            kimi engin

                   göz alabildiğine.
      Kiminin sınırlarından
      sıkı pasaport denetimiyle
                                 girilebilir.
      Elini kolunu sallayarak girersin

                            kiminden içeri...

      Sonuçta

      ne küçümse insanları
                     derim kızım, 
      ne de önemse

                     gereğinden çok...

       Ama
      anlamaya çalış:

     <<Nedir sınırlarının varabileceği son nokta;
           nedir ve ne kadar genişleyebilir
                              yüzölçümleri...>>


      Ataol Behramoğlu
    Ocak - 1984

    

10 Ekim 2011 Pazartesi

Yaşanmışlık Üzerine

  Yazmak istiyorum ne zamandır bloga. Fakat sürekli yazdığım her harfi silmekle sona eriyor bu yazma maceram. Şimdi ise kararlıyım bu yazıyı yayınlamaya.

  Yazmak istiyorum. Yazmak bir tarafa, yalnızca parmaklarıma klavyenin tuşları önünde nöbet tutturmak bile iyi geliyor.

Not: Affınıza sığınıyorum bu "militarist" yaklaşımım nedeniyle.

  Beynim çok kısa süre içerisinde onlarca soru yöneltmekte benliğime... Bedenim ise bu soruların cevapsızlığının sancılarını çekmekte berdevam... Bu demek oluyor ki, herkesten kaçabilirsin, kaparsın kulaklarını ve duymazsın kimseyi. Fakat, hiçbir zaman kendine sorduğun sorulardan kaçamazsın.

  Yine istemsiz bir şekilde sorarsın o cevapsız soruyu;
   
                                                                   Neden..?


 Farkındayım aslında
her isyanda
daha da tükettiğimi
umudumu...


 Nâzım der ya bir şiirinde;

    <<Önemli olan zamana bırakmak değil
    zamana bırakmamaktır
    şimdi bana geçen o zamanın
    unutulmaz sancısı kalır>>

    Diye...
    İşte öyle bir şey...


  Velhâsıl yarın güzel bir gün olacak...
  Ve biz inanmalıyız insanlara:
  Gelecek güzel günleri beklerken...


 Hoşçakal'ın...

12 Eylül 2011 Pazartesi

Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları

Senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
            ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
                                                   bana yasak...

Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
                                                                yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
                                            şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
                      öyle bir dokunuyor ki içime
                                                      yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
        acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
                senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
              onun bu an
                              böyle zayıf
                                       böyle hodbin
                                                 böyle sadece insan
                                                                                oluşu.

Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
                     bana aylardır
                     kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
                                                                bu demirli pencere
                                                                     bu toprak testi
                                                                          bu dört duvardır...




                                                         Nâzım Hikmet Ran

2 Ağustos 2011 Salı

Benlik ve Yaşam Üzerine

  Hani "şey" vardır. Her zaman kurtarıcıdır o sözcük. Kurtarıcı olmasının nedeni içinin çok geniş olmasıdır aslında. Sınavlarda "... şeye denir, ... şeydir" diyen çekingen cevaplarda, "kafama takılan şeyler var"lardaki kaçamak cevaplarda, "şeyler..."deki unutkan ve umursamaz cevaplarda... Her şeyde vardır aslında; genelde nesnelerin yerini doldurmada...

  O değil de, bir de "o" vardır. Cümlelerin arasına sıkışmış bir özne olarak idam ettirir yaşamını genellikle. O, her zaman özlenendir, sevilendir aslında. Ve daima ismini telafuz etmeye korktuğun anlarda, bir harfle tanımlarsın onca yaşanmışlığı.

  Ve yaşam o'lar ve şey'ler arasında sürer gider... Daima kaçamak, unutkan umursamaz cevaplar ve duyguların en narsisti "sevmek" ile...

  Yaşamda aslolan "kendin olabilmek"tir aslında... Yalnız kalmak, insanların hoşnut olmayan bakışlarına rağmen, her şeye rağmen; kendin olabilmek..!

  İşte..! Dikkat edilmesi gereken husus bu; insanları rahatsız edebilmek..! Dahası bütün hoşnutsuz bakışlara göğüs gererek ve geleceğe inanmışlıkla tüm insanların gözlerinin içine bakabilmek..! Tüm egolardan sıyrılıp, sevilmemeyi göze alarak, saldırmak(!), insanların at gözlüklerine...

  İşte bu yaşamaktır, tam anlamıyla, "yaşadım diyebilmek"tir..! Yani kendin olabilmektir yaşamak, başkaldırmak güçlüye... Köpeğin karşısında kedi, kedinin karşısında kuş, kuşun karşısında börtü böcek olabilmektir yaşamak..!

  Aslında idealin doğrultusunda statükoya başkaldırabildiğin kadar kendinsin; yani "özgür"sün.

  Kendin olmak, özgür olmaktır..!

  Nâzım der ya şiirinde
    
Bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
                           beni duvarların içinde,
                                                    seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...


 Diye,
 İşte öyle bir şey...

19 Temmuz 2011 Salı

Ölümsüzlük





Her şey ölür...
Paşaların tacı, asası ve oturdukları taht vs.
Ama dünyada öyle şeyler var ki,

çürümez, paslanmaz ve hiç bir zaman ölmez.
Charlie Chaplin''in şapkası, bastonu ve pabucu gibi...

Şerko Bêkes


6 Temmuz 2011 Çarşamba

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Yine de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.


Özdemir Asaf

16 Haziran 2011 Perşembe

Mutlu Olma Şansı


Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz,
acısını acımız yaptık çünkü.

Dünyanın öbür ucunda
hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile
içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

Yılmaz Güney

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yazıyorum O Halde Varım'dan...


Sana seslenmek için
gökyüzünden kafiyeler mi
indirmeli..?

Öyle değilse söyle bana,
neden hiçbir sözcük hakketmiyor
sana yazılmayı..?

Neden hiçbiri
yakışmıyor,
neden hiçbiri
    layık değil sana..?

...

Sesin kulaklarımda;
fakat sığdıramıyorum onu da 
hiçbir tona...

Gözlerin ise
kahretmekte
"renk" kavramını...

Tenin, 
olgunluğunun doruğuna ulaşmış 
bir gül...
Dokunsam darmadağın...


Yazıyorum O Halde Varım

22 Şubat 2011
03:37

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İtirazın İki Şartı

çok olmadığımız kesin,
çok olan tarafta değiliz,
çok olan tarafta olmayacağız.

türkiye'de kürt olacağız;
kürtlerde ermeni;
ermenilerde süryani...
gidip almanya'da türk olacağız;
hollanda'da surinamlı;
fransa'da cezayirli;
iran'da azeri...
amerika'da zifiri zenci olacağız;
çoğalan zencide mutlaka kızılderili...
israil'de filistinli..!
köpeğin karşısında kedi;
kedinin karşısında kuş olacağız;
kuşun karşısında börtü böcek...
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız...


Bu itirazın ilk şartı...               
               ...
                 
Nevzat Çelik 

20 Mayıs 2011 Cuma

"Bitme" Korkusu Üzerine

  Saat 02:00 civarı ve ben bir şeyler düşünüyorum şu sıralar. En son Kazım Koyuncu'dan birkaç satır yazarak sona erdirmiştim sizlerle birlikteliğimi. Ve tekrar, beynimden gelen komutlarla, gezinmekte parmaklarım klavyenin üzerinde, önceden bir deftere yazılan bu yazıyı; biraz sansür, biraz süslemeyle ama her daim içtenlikle buraya yazmak için...

  Evet yaşıyorum hâlâ, belki de hazzına varıyorum bunun... Bilmiyorum. Dahası, -Bernard Shaw'ın deyimiyle- saatte 60 dakikalık korkunç bir hızla ölüme yaklaşmaktayım.

Ve bu beden 
seyir ederken
bu yolda
daha neler olur,

Kim bilir..?

  Şu sıralar günümün büyük bir çoğunluğunu uyuyarak geçiriyorum. Aslında rahatsız değilim bu durumdan, kendimi boş hissettiğim zamanlar oluyor yalnızca bazen. Evet, işte o onlar huzursuz hissediyorum...

                                                              ...

  Gün gelecek, her şey bitecek;
      bu kalem, bu defter, bu yaşam...
  Gün gelecek, her şey yok olacak;
      ben, sen, o...

  Ve "ben
  "sen"i düşünürken,
  senin umrunda olmayacağım.
  "O" beni sevecek;
  ama umursamayacağım...
 
  Sonunda hayat...
  Sonunda yaşam tükenecek
  bu yolda.
  Geriye kalan yalnızca;
  bu defter, bu kalem... 

                                                             ...

  Bir şeyin bitmesinden korkmak, o şeye duyulan sevgiden mi ileri gelir;
                                                          yoksa sonundaki belirsizlikten mi? 

  Freud, "korkunun üzerine git" der.
Ama...
Ya sonucunu kaldıracak kadar
cesaretim yoksa..?

  Nâzım der ya "Karlı Kayın Ormanında" şiirinde;

  "Yedi tepeli şehrimde
  bıraktım gonca gülümü.
  Ne ölümden korkmak ayıp,
  ne de düşünmek ölümü.

  En acayip gücümüzdür,
  kahramanlıktır yaşamak:
  Öleceğimizi bilip,
  öleceğimizi mutlak"

  Diye...
  İşte öyle bir şey...


 Sevgilerimle...