31 Ekim 2011 Pazartesi

Ölümümün Ardından


Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim,
yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar...
Şimdi orda her şey seninle başlıyor,
şimdi orda hiçbir şey yok;
senden önceme ait
ve sana ait olmayan...

Nâzım Hikmet

28 Ekim 2011 Cuma

Görmek ve Hissetmek Arzusu Üzerine


Denizin sonunda mavi bir duman gibi
gözümde tutuyorsun.
Yeşil bir erik dalı yüreğim,
sen altın tuylu bir yemiş;
sallanıyorsun...
<< Fakat ben seni böyle bir yemiş
ve bir duman gibi görmenin yerine
sahiden görmek istiyorum;
çıplak ayaklarını,
sahiden dokunmak istiyorum;
uzun parmaklı ellerine... >>

Nâzım Hikmet Ran

25 Ekim 2011 Salı

Dünyayı Verelim Çocuklara



Dünyayı verelim çocuklara;
hiç değilse bir günlüğüne...
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar,
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında...

Dünyayı çocuklara verelim,
kocaman bir elma gibi verelim, sıcacık bir ekmek somunu gibi...
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar,
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı...
<< Çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler..! >>


Nâzım Hikmet Ran



24 Ekim 2011 Pazartesi

Ben İsterim ki

Ben isterim ki
Bulutlar ağlasın
Çocuklar ağlamasın,
Hiçbiri öksüzlük
Yetimlik duymasın.

Ben isterim ki
Konuşsun her çiçek
kendi dilince,
Silahların
kesilsin sesi.

Ben isterim ki
soğuğa, karanlığa
kapansın kapılar,
Gözler kapanmasın,
Sözler kapanmasın.

Ben isterim ki,
Yangınlar sönsün,
Umutlar sönmesin,
Erişsin her meyve
kendi çağında.
Yüreklere
acı söz değmesin.

Ben isterim ki,
eğilsin dallar
bereketten.
İnsanoğlu
başını eğmesin
utançtan ya da güçsüzlükten

Ben isterim ki
gözyaşı gibi
aksın pınarlar
berrak, duru
toprağın üzerinde,
Pınar gibi
akmasın gözyaşı
yeryüzünün hiçbir yerinde
.

Ben isterim ki
Her şey eğilsin
insanın önünde,
insan insana tutsak olmasın.

Ben isterim ki
sevinç, mutluluk
bol olsun,
Yürekten yüreğe,
ülkeden ülkeye
açık yol olsun...


Resul Rıza
Çeviren: Ataol Behramoğlu

14 Ekim 2011 Cuma

Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz..?

Başlangıç
 
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
                                          ve taşı yonttuğumuzdan beri
                                                      yıkan da, yaratan da biziz,

yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada...!

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

 
1
 
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.


Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

 
2
 
Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.

Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.


Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.

Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
                    yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
                                        o bulutlardır geçen.

Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.

O bulutlardır geçen
                 yok olmuş olan dalların üstünden.

 
3
 
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
                    ama keder
                              dilediğin kadar,
                     yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
                       hastalık kederi,
                                              ayrılık kederi,
                                                       kocalmak kederinden
          gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
          avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.

 

Çağrı
 
Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
            toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.


Nâzım Hikmet Ran

Not: Genco Erkal tarafından yorumu için bknz.

11 Ekim 2011 Salı

Yolculukta

     İnsanlar da
           ülkelere benziyor...
     Sınırları var,

           yüz ölçümleri...
     Yasaları var,
           bayrakları,

                     ilkeleri...

      Kimi dağlık bir arazidir,
                                kimi kıraç,
                                     kimi bereketli...
      Kimi dardır,
            kimi engin

                   göz alabildiğine.
      Kiminin sınırlarından
      sıkı pasaport denetimiyle
                                 girilebilir.
      Elini kolunu sallayarak girersin

                            kiminden içeri...

      Sonuçta

      ne küçümse insanları
                     derim kızım, 
      ne de önemse

                     gereğinden çok...

       Ama
      anlamaya çalış:

     <<Nedir sınırlarının varabileceği son nokta;
           nedir ve ne kadar genişleyebilir
                              yüzölçümleri...>>


      Ataol Behramoğlu
    Ocak - 1984

    

10 Ekim 2011 Pazartesi

Yaşanmışlık Üzerine

  Yazmak istiyorum ne zamandır bloga. Fakat sürekli yazdığım her harfi silmekle sona eriyor bu yazma maceram. Şimdi ise kararlıyım bu yazıyı yayınlamaya.

  Yazmak istiyorum. Yazmak bir tarafa, yalnızca parmaklarıma klavyenin tuşları önünde nöbet tutturmak bile iyi geliyor.

Not: Affınıza sığınıyorum bu "militarist" yaklaşımım nedeniyle.

  Beynim çok kısa süre içerisinde onlarca soru yöneltmekte benliğime... Bedenim ise bu soruların cevapsızlığının sancılarını çekmekte berdevam... Bu demek oluyor ki, herkesten kaçabilirsin, kaparsın kulaklarını ve duymazsın kimseyi. Fakat, hiçbir zaman kendine sorduğun sorulardan kaçamazsın.

  Yine istemsiz bir şekilde sorarsın o cevapsız soruyu;
   
                                                                   Neden..?


 Farkındayım aslında
her isyanda
daha da tükettiğimi
umudumu...


 Nâzım der ya bir şiirinde;

    <<Önemli olan zamana bırakmak değil
    zamana bırakmamaktır
    şimdi bana geçen o zamanın
    unutulmaz sancısı kalır>>

    Diye...
    İşte öyle bir şey...


  Velhâsıl yarın güzel bir gün olacak...
  Ve biz inanmalıyız insanlara:
  Gelecek güzel günleri beklerken...


 Hoşçakal'ın...