25 Şubat 2015 Çarşamba

EBEDİ

Gerçi, kafamı vurdum duvarlara yeisle;
Gerçi, benden kaçtığın zaman yanlış bir hisle,
'Niçin anlaşılmadım? ' diye çok inledimdi.

Şimdi kalbim rahattır, şimdi başım serindir...
Kalbim ki senin en son sığınacak yerindir
Ve tekrar geleceğin günü bekliyor şimdi...

Çünkü insanlar yarın isteyince etini,
Aradığın lekesiz kardeş muhabbetini,
Yalnız benim serseri kalbimde bulacaksın...

Maskesi çabuk düşer temiz olmayanların;
Nihayet içyüzünü görerek insanların,
Göğsüme küçük bir kuş gibi sokulacaksın...

Ben ki her şeye dudak büken bir derbederim,
Ne kimseye yar olur, ne bahtiyar ederim,
Fakat sana her zaman hürmetle tapacağım...

Taşlar bile sarsılır duyduklarımı yazsam
Ah kardeşim!.. Ben seni hiçbir şey yapamazsam
Ebedi yapacağım!.. Ebedi yapacağım!..

(1928)

Sabahattin Ali

19 Şubat 2015 Perşembe

Her Ölüm Erken Ölümdür

Yanına vardığımda yatakta öylece yatıyordu, bilinci açıktı. Yorgunluğu her halinden anlaşılıyordu. Ama sanki bu yorgunluk, üzerine düzinelerce küfür saydığım o melum hastalıktan değildi. Bebeğiyle ilgilenmekten yorulan bir anne edası taşıyordu. Oysa hiç çocuğu yoktu. Böyle bir duyguyu hiç yaşamamışken nasıl oluyordu da bu yorgunluk içinde bu denli haklı bir mutluluk taşıyordu..?

O’na doğru ilerlerken içten içe utandığımı hatırlıyorum.

Dimdik, sapasağlam, hiçbir makinaya bağlı olmaksızın; yatakta bitkin ve teferruatlı makinalara bağlı birine doğru yaklaşmak kötü hissettirmişti bana. Ne yapacağımı bilemedim başlarda.
O’nu gördüğümde sevindiğimi anlatan bir tebessüm belirdi suratımda. Oysa tam da karşısında dururken “onu gördüğümde sevinmek” dışında onlarca şey daha hissediyordum. Onlarca his arasında tek olumlu olanı çıkarıp hemen o hissin kılığına bürünüvermiştim işte. Bu durum da “hastaya moral verme” ritüelinin tam karşılığıymış, sonradan anladım.

İstemsizce tebessüm ettiğim gibi yine istemsizce elini tuttum. Elleri çok güzeldi Elleri her zaman çok güzeldi. Sanırım bu nedenle hemen ellerine yöneldim. Fakat orada ellerinin güzelliğinin önüne geçen başka bir şey vardı. Çok soğuktu. Ellerine ilk dokunduğunda hissettiğim ilk şey bu soğukluktu.  O kadar soğuktu ki avuçlarının içinde ellerimin ne kadar sıcak olduğunu fark ettim. 

Bundan da utandım.

Konuşmaya başladık. Sonrası hayatın seyrinde olduğu, onun iyi göründüğü ve çıkınca neler yapacağımızı konuşarak geçti. Aslında yaptığımız şey kandırmaya çalışmaktan öte bir şey değildi. Bu da deminki tebessüm gibi hastaya moral verme çabasıydı elbet ama bu kendiliğinden olan bir şey değildi. Kandırmaya çalışıyorduk. Ama kandırmaya çalıştığımız esasta kimdi..? 

Konuştuğumuz şeylere yavaş yavaş biz de inanıyorduk belki de.

Konuşurken özellikle arada sessizlik olmamasına dikkat ediyorduk. Sessizlik olur da herkes birbirine bakarsa akıllara neyin geleceğini belliydi çünkü. Derken artık çıkmamız gerektiğini söyleyen uyarı geldi.

Ayrılırken veda etmedik, edemezdik. Ölümü hatırlatacak herhangi bir davranışta bulunmamız mümkün değildi. Bunun tek nedeni bu durumu bilmemesi gerekliliği değildi; biz de inanmak istemiyorduk bu duruma. 

Bunun onu son görüşüm olduğu aklıma getirmek istemediğim bir seçenekti, getirmedim de.

Sonuçta son görüşmemizde ölüm herkesin bildiği ama kimsenin ağzına almadığı bir gerçek olarak kaldı.


Arkamı döndüğümde yine utandığımı hissediyordum…