10 Kasım 2012 Cumartesi

22 Ekim 2012 Pazartesi

Bir Acayip Duygu


«Mürdüm eriği 
                          çiçek açmıştır. 
— ilkönce zerdali çiçek açar 
                                mürdüm en sonra —

Sevgilim, 
çimenin üzerine 
diz üstü oturalım 
karşı-be-karşı. 
Hava lezzetli ve aydınlık 
— fakat iyice ısınmadı daha — 
çağlanın kabuğu 
                yemyeşil tüylüdür 
                                    henüz yumuşacık... 
Bahtiyarız 
          yaşayabildiğimiz için. 
Herhalde çoktan öldürülmüştük 
sen Londra'da olsaydın 
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...

Sevgilim, 
ellerini koy dizlerine 
— bileklerin kalın ve beyaz — 
sol avucunu çevir : 
gün ışığı avucunun içindedir 
                                             kayısı gibi...

Dünkü hava akınında ölenlerin 
                                    yüz kadarı beş yaşından aşağı, 
yirmi dördü emzikte...

Sevgilim, 
nar tanesinin rengine bayılırım 
— nar tanesi, nur tanesi — 
kavunda ıtrı severim 
mayhoşluğu erikte ..........»

.......... yağmurlu bir gün 
yemişlerden ve senden uzak 
— daha bir tek ağaç bahar açmadı 
kar yağması ihtimali bile var — 
Bursa cezaevinde 
acayip bir duyguya kapılarak 
ve kahredici bir öfke içinde 
inadıma yazıyorum bunları, 
kendime ve sevgili insanlarıma inat. 






16 Ekim 2012 Salı

Mırıldandığım Şeylersin


Senin Harflerin İçin

1.
Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
kapanınca harflerinin kapısı: Adın
şiirim!
Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın
cennetim!
Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
ve haylaz suyundan öpsem küskün
bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin
cehennemim

2.
Mırıldan dur bana, senin üstüne harf
getirmem daha, ağız ağıza duruyor
harflerin: Sevmenin birinci hâli gibi
telaşlı duruyor da ben utanıyorum
üçü bakarken birini öpmeye senin!

3. 
Harflerin aralanmış
sesliler sevişiyor
sessizlere bu cümlede
sıra gelmeyecek gibi

Harflerin yatışınca
belki duyarsın içinde
sessizlerin uykusuz
kaldığı o cümleyi

Aşkı seslendirirken
unuttuğun mırıltı
bizi sessizliğimizden
doğru bağışlar belki

4. 
Bir ses sesini öpse
harflerin uykusuz kalır

5.
Dün sabah önünden geçtim
kağıt gibiydi harflerinin yüzü
araları açılmış olmalı
bütün gece sevişmekten

6.
Mırıldandığımız şeyler
kalmayınca aramızda
ağızda söz, gövdede ter,
bir aşk bunlarla biter

7.
Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!

Haydar Ergülen

30 Eylül 2012 Pazar

Yağmur Kaçağı


elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni  götürecek yoksa beni


geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa  eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

Attila İlhan

Attila İlhan'ı okuyamazsınız;
Ancak dokunabilirsiniz O'na... 


23 Eylül 2012 Pazar

İstemek...

  Ne zamandır şöyle oturup dert anlatan bir yazı yazmadığımı fark ettim. Çok fazla zaman öldürmeye başladım son zamanlarda, pek bir şey yapmıyorum. Sadece istiyorum... 

  İsteklerinin engellenmesine pek tahammüllü olan bir insan değilim sanırım. Genelde istediğim bir şeyi çok yoğun istiyorum. Bu çok ufak bir şey olsa da tüm ilgimi onun üzerine yoğunlaştırıyorum. 

  Bir şeyi istemek bir kaç evreden oluşuyor sanırım. İlk evre o şeyin ilgi alanına girmesi. Sonra o şeyin ilgi çekmesi daha sonra o şeyi istemek. Evet, sürekli onu düşünmek, gerçekleştiğini hayal etmek... Son evre ise gerçekleşmesi. Aslında bu sonuncusunu bu döngüye eklemeyebiliriz. Gerçekleştiği anda istek yok oluyor sonuçta. "İnsan arzulanandan çok arzulamaya aşıktır" der ya Nietzsche; İşte öyle bir şey...

  Açıkcası benim en sevdiğim evre istediğim şeyi sürekli irdelediğim ve sürekli onu hayal ettiğim evre. Öyle bir şey oluyor ki, tüm hayatım ona kanalize oluyor aniden. Hayat ona doğru akmaya başlıyor ve tüm yolların ondan geçtiğini fark ediyorum. Sonra bu isteği normalleştirmeye başlıyorum git gide. Yani hayatın normal akışı içinde yer alıyor artık bu istek.

  Tüm bunlardan öte, isteğimin karşısına çıkan engellerden nefret ediyorum. Onlara özel bir kin besliyorum sanki içten içe. Hatta bazen bu istediğim şeyin ta kendisi olabiliyor. Bu isteklere böyle çok büyük şeylermiş gibi bakmayın. Oturduğum yerden bir düğmeye, prize vs. erişemiyorsam uzaklığa kızıyorum. Bir şeyi alacak/yapacak param yoksa parasızlığıma, bir şeyi kaçırmışsam zamana; zaman geçirdiğim insanlara. 
  
  Ve bir insana ulaşamıyorsam, ona ulaşmama engel diğer insanlara o kadar kin besliyorum ki... Bazen de o insanın kendisine... Ama daha sonra "Bu kadar çok istediğim bir insana kızamam" deyip unutmaya çalışıyorum...

                                                                             ....

  Bazı şeyler unutulmayacak kadar muazzam. Bazı şeyler hatırlanacak kadar güzel, bitmiş olsa da. Belki bu hatırlanası olmaklığındandır unutulmaması... 


Sevgiyle...

21 Ağustos 2012 Salı

Sis


İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz 
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde


<<Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?>>
Haydar Ergülen

29 Temmuz 2012 Pazar

Zafere Dair

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı 
                              dudaklarını kanatarak 
                              dayanılmakta ağrıya. 
Gayri çıplak ve merhametsiz 
                               bir çığlık oldu ümid... 
Ve zafer 
       artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar 
                                tırnakla sökülüp koparılacaktır... 

Günler ağır. 
Günler ölüm haberleriyle geliyor. 
Düşman haşin 
                      zalim 
                               ve kurnaz. 
Ölüyor çarpışarak insanlarımız 
- halbuki nasıl da hakketmişlerdi yaşamayı - 
ölüyor insanlarımız 
                     - ne kadar çok - 
sanki şarkılar ve bayraklarla 
                 bir bayram günü nümayişe çıktılar 
                                             öyle genç 
                                                   ve fütursuz... 

Günler ağır. 
Günler ölüm haberleriyle geliyor. 
En güzel dünyaları 
                             yaktık ellerimizle 
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı: 
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp 
                                  gözyaşlarımız gittiler 
ve bundan dolayı 
                 biz unuttuk bağışlamayı... 

Varılacak yere 
                kan içinde varılacaktır. 
Ve zafer 
          artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar 
                                   tırnakla sökülüp 
                                               koparılacaktır...

8 Temmuz 2012 Pazar

.


ÖZLEM

Bir gece, 
Gecede bir uyku.. 
Uykunun içinde ben.. 
Uyuyorum, 
Uykudayım,
Yanımda sen.

Uykumun içinde bir rüya, 
Rüyamda bir gece, 
Gecede ben.. 
Bir yere gidiyorum, 
Delice.. 
Aklımda sen. 

Ben seni seviyorum, 
Gizlice.. 
El-pençe duruyorum, 
Yüzüne bakıyorum, 
Söylemeden, 
Tek hece. 

Seni yitiriyorum 
Çok karanlık bir anda.. 
Birden uyanıyorum, 
Bakıyorum aydınlık; 
Uyuyorsun yanımda. 
Güzelce...



Özdemir Asaf





14 Nisan 2012 Cumartesi

Tanrı Ellerimizdir

 Bir madde. Hiç bir anlamı olmayan, yalnız madde olma vasfına haiz, yalnızca evrende belirli bir yer kaplayan  bir madde; ta ki insan algısına kapılana kadar. Nesneleri sembollere döüştüren şey; insan algısı. Yani ortada bir nesne var ve bir de insan algısı. Bu nesne insan algısına maruz kaldığı zaman özünden çok farklı bir şey çıkıyor ortaya. Altın gibi mesela. İnsan algısına maruz almadan önce madde olmaktan başka pek bir niteliği yoktur. Ama bu algıya maruz kaldığı zaman..? Demek istedğim şey dostlar;
Nesneler tek başlarına anlamsızdır, nesnelere insanlar anlam yükler ve sembol haline getirir.
Ne ifade eder hacın üzerine ellerinden çivilenmiş çıplak bir insan bedeni, böyle bir algıya maruz kalmadan önce..? 

 İnsanlığın yaşadığı binlerce yıl boyunca elbette anlam yüklenmemiş nesne yok gibidir. Ama bir de özel anlam yükleme diye bir şey var. Bir "dış fırçası" mesela. Bir dış fırçasının var olması insanın dişlerini temizlemesi içindir. Ancak işte burada özel anlam yükleme devreye giriyor; herhangi bir insana göre (ki buradaki herhangi insan ben oluyorum. Soyut konulardan bahsederken özneler de soyut olunca daha havalı oluyor, anlarsınız ya) bir dış fırçasının varlığı kendini ait hissetmesine neden olabilir. Çünkü insanın yalnızca kendinin olduğu yerde diş fırçası vardır; işte özel anlam yükleme.

 Mesela "sen" sözcüğü. Bu sözcük konuşurken konuşmanın karşı tarafını belirtmek için kullanılır veya düşünürken... Ama öyle bir şey olur ki, hep yanınızdaymış gibi hisseder, hep onu düşünürsünüz ve böylece sizin zihninizdeki "sen" somutlaşır. 

 Veya bir el vardır... 
 Ve bir başka elin arasında farklı bir anlamlıdır...

Bunca yazdıktan sonra bir yere bağlayamamak elbet can sıkıcı bir durum elbet.
Velhâsıl dostlar, insanlığın varoluşundan bunca yıl sonra dünyaya gelen bizlerin genel anlam yükleyeceği pek bir şeyi kalmadığı için kendi dünyamızı yalnızca bu özel anlamlarla kurabiliriz. Ve asıl özgürlük işte bu özel anlamlarda gizlidir. Zannımın bu konudaki naçizhane düşünceleri bu yöndedir.

 Nâzım der ya bir şiirinde;
<<Tanrı ellerimizdir>>
                               diye
                                işte öyle bir şey...


Sevgiyle kalın...

Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Bilinmemezlikler ve Omuzların Üzerine

Bilinmemezlikler içinde kaybolmak;
en büyük, en yoğun, en muazzam duygular ışığında... 
milyonlarca şey hissetmek
ama ne hissettiğini bilememek...
ve her nefes alışında 
sonuca yine ulaşamamanın verdiği yenilmişlik hissi...


...


işte, yine bakıyor mahalle karısı camdan,
yerleştirmiş pencerenin pervazlarına memelerini
gözleri üzerinde,
pervazlar bıkmışlar bu ağırlığı taşımaktan. 
kahvehanedeki adam, 
dayanmış bastonuna,
cigarasını çekerek süzmekte seni
baston anlayamamış hala işlevini.
manav oturuyor taburede 
kolluyor bir an ayarlı tartısını
dikmişken gözlerini sana
ve tabure gıcırdamakta berdevam...


ne pervaz ne baston ne tabure...
omuzlarında hepsinin ağırlığı
omuzlarında herkesin ağırlığı
en yakınından başlayarak... 


8 Mart 2012
04:08

Bizim Gibi

Arzulu mudur acaba
Bir tank, rüyasında
Ve ne düşünür tayyare
Yalnız kaldığı zaman?

Hep bir ağızdan şarkı söylemesini
Sevmez mi acaba gaz maskeleri
Ay ışığında?

Ve tüfeklerin merhameti yok mudur
Biz insanlar kadar olsun?



Orhan Veli Kanık

2 Nisan 2012 Pazartesi

Üvercinka

böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu 
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil


aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil 


senin bir havan var beni asıl saran o 
onunla daha bir değere biniyor soluk almak

sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil

birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse 
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna 
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil


burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil




27 Şubat 2012 Pazartesi

Rubâiler-II

1
«— Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...» 
 

2
Ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında... 

Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
 

3
Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan... 
 

4
Geçmiş günün hasretini çekmem
                                             — yalnız bir yaz gecesi bir yana —
ve gözümün son mavi pırıltısı bile
                                             gelecek günün müjdesini verecek sana...
 

5
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
 

6
Ben, spiker, konuştum,
sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak :
— Kalbimin saat ayarını veriyorum,
     gonga tam şafak vakti vurulacak.





21 Şubat 2012 Salı

Adsız Bir Çiçek

rengini dünyaya ilk defa sunan
adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
sevgilim
bana "sen bir şairsin" dediği zaman

yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
soğuklar başlayınca havalanıp
millerce yol kat ettikten sonra
güneyi tadan bir kuşun sevinciyle
ve yazmış olacağım bir de
her dönemde her çağda
sevdanın kendine özgü diliyle 



Edip Cansever

11 Şubat 2012 Cumartesi

Rubâiler-I

...

2
Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir,
ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
bana ışığı vuran yârimin cemâlidir... 

 

3
Sevgilimin hayâli dile geldi aynanın üzerinde :
«— O yok, ben varım,» — dedi bana günün birinde.
Vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu hayâl
ve lâkin çok şükür sevgilim duruyor yerli yerinde...
 

4
Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
fakat ne tuhaf şey hayâlin onda daha çok kalacak
benden uzun ömürlüdür muşamba... 

...

6
Öptü beni : «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi... 

 

7
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece... 

 

8
«— Paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, —
                  «gülmek, ağlamak bitti çocuğum...»
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
                    görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat... 
 

9
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elvedâ,
ve merhaba
                    k â i n a t . . . 

 

10
Balla dolu petek
yani gözlerin güneşle dolu... 

Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
bal başka petekleri doldurmakta devâmedecek...
 

...

12
Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cogito, ergo sum*» değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz... 

 

13
Aramızda sadece bir derece farkı var,
işte böyle kanaryam,
sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun,
ben elleri olan, düşünebilen adam... 



*düşünüyorum o halde varım




6 Şubat 2012 Pazartesi

47.

 Şimdiye kadar olmadığım gibi aşığım sana.
 Bu, benim için yeni bir şey.
 Belki de yaş meselesi.
 Gelip onu öldüreceksin diye korkuyorum adeta. 
 İçimdeki bu muazzam mahlûk
                yanlış bir bakışla devrilebilir.
 Her şeyden büyük olan insan 
                  tek kurşunla yıkılmıyor mu? 
 Korkuyorum.
 Ellerinden öperim. 

 Nâzım Hikmet Ran

Bilmek ve Hissetmek Üzerine

 Hissetmek... 
 içinde sanki bir kainat varmış gibi hissetmek,
 yutkunarak, 
 soğuk soğuk terleyerek...
 Ve aslında hiçbir şey bilmeden;
 Ama sanki evrendeki tüm bilgilere ulaşmış iştihasıyla,  
 kendinden emin(!) hissetmek...

 Susamak gibi mesela
 nefes almak veya...
 Çocuğun şeker istemesi gibi hissetmek sevdiğim,
 benim seni istemem gibi hissetmek...

 Doğal,
   yalansız
       hissetmek seni...
           
          Gülüşünü,  
                sıcaklığını,
                        ellerini,
                             gözlerini... 
                          
 Seni hissetmek sevdiğim 
                ve seni düşünmek...
 Gelecek güzel günlere inanmak  
                      gibi bir bahtiyârlık...


               *<< Gayrısı;
                          elimin-
                              -elinden
                                    ayrılışı
                                        gibi bir keder... >>*


 Bu da yazının müziği olsun o zaman.
 Not: * * içine alınan yer alıntıdır.

 Sevgiyle...


 6 Şubat 2012
     15:43

3 Şubat 2012 Cuma

Rubâiler-III

1
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
 

2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
                                                    bahtiyarlığına benzer seni sevmek... 

 

3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin. 

Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
 

4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire :
aydınlık, alabildiğine aydınlık... 





26 Ocak 2012 Perşembe

Basit Yaşayacaksın

basit yaşayacaksın,
basit
mesela susayınca su içecek kadar basit...


dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında,
tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
'seni seviyorum' gibi.


basit bir öpücük yetecek sana...
basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın,
hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.

iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
beklentilerin de basit olacak:
kaf dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz
aşk romanını.

pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.

iskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında,
bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in
mutluluğunu.

makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
temizlik kokacak en pahalı parfümün.

'bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve
çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.

tek dereden su getirmen yetecek,
bir 'istemiyorum' diyebilmeye,
ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.

saatin, sadece saati gösterecek,
telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.

basit yaşayacaksın,
basit.
sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...

Yalçın Ergir

Bu Gece Anısına...


Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve marmara denizinin dibinden geçip,
sonbahar topraklarını aşarak
                                        olgun ve ıslak
                                                 geldi sesin.


Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...


Nâzım Hikmet

25 Ocak 2012 Çarşamba

Dans Etme İsteği

  Akıl-arzu çıkmazında önemli olan akılla özneyi bulup ardından kendini arzuların boyundurluğuna bırakmak derdim ya...

  Yalnızca arzuların hükmettiği bir bedene hapsetmiş durumdayım yaşamı. Oysa arzular;

                                                                                      sonsuz,
                                                                                            arsız,
                                                                                               ahlâksız...

  Beden ise zaten sonlu, arzuların aksine. Üstelik arlı ve ahlâklı olmalı, toplum denen organizmanın içinde yer bulabilmek için kendine...

                                                                             Dokunabilmek
                                                                                    görebilmek
                                                                                       ve hissedebilmek arzusu...

                                                                          Ve tüm bunların karşısında toplum...

...

  Parçalardan oluşan bütün nasıl olur da parçalara bu kadar yabancı olabilir..?

  Ve parçalar bütünün boyundurluğunda;
                         kendi oluşturdukları bütünün...

  Bazen, toplumun pranga vurduğu tüm bu değerlere rağmen, tüm köreltme çabalarına rağmen;
             
           << Bir şey olur... >>

İsmi,
   cismi,
       rengi;
           Yok!

  Bir müzik dinlediğinde nerden geldiğini bilmediğin dans etme arzusu gibi bir şey... Bütünün tüm baskılarına rağmen; parçanın "kendi olması", tüm pamuk tıkamalara rağmen; dans etme isteği...

              dokun
                 -abilme
              his
                 -edebilme
              gör
                 -ebilme
                          arzusu... 

Ve gayrısı;
yârin gül kokusu...

Herkesin dans etmek istediği bir müzik olabilir,
                                    ben bu müziği <<yaşıyorum>> ... 


Sevgiyle kalın...

15 Ocak 2012 Pazar

Ben Nâzım Hikmet





Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nâzım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...

...

Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.


Hem bir tek elmadan, 
hem süpürülen topraktan, 
hem zindandan dönen insan ruhundan, 
hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, 
hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum.




13 Ocak 2012 Cuma

Gün Olur

Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra. 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; 
Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 
Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş!... 
Gün olur, başıma kadar mavi;  
Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi... 
Orhan Veli

5 Ocak 2012 Perşembe

Cemal Süreya'dan...



fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş 
iki nesne değiliz biz,
güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
razı olma hiçbir sessizliğe
biliyorsun seni seviyorum
pencereden bakmayı öğreteceğim sana
sesin balkona asılı çamaşırcasına
havalansın, havalansın dursun
sokakta değil balkonda
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığın altına sakla
şiirini mutfağa koy
boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa
öykünü yanına alabilirsin elbet
müziğini de, resmini de
niçin güvenmiyorsun bana


3 Ocak 2012 Salı

An Gelir...



Siz gelmesini istemezsiniz; 
An gelir... 
-Elbet geleceğini bile bile- istemezsiniz gelmesini, fakat; 
An gelir...
Siz böyle olsun istemezdiniz, fakat;
An gelir...
Gayrısı ne derseniz diyin, laf-u güzaf;
An gelir...

...


  Bazen son geldiğinde açılır pandoranın kutusu, ama bazen o kadar saygı duyulması gereken bir duygudur ki o, en saf, temiz haliyle "an gelir"... 


  Bazen hayat, yenilgiyi kabullenmektir aslında, acıyı onurla sırtlayıp taşımaktır... Düşmeyi kabul edip daha sağlam, daha dik doğrulmaktır hayat bazen. Tüm cesaret dalkavuklarına rağmen "evet, korkuyorum" diyebilmektir bazen; ama sadece bazen...


  Önemli olan o "an"ı yakalamaktır belki de. Belki de değildir; bilmiyorum.


  Velhâsıl;

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
 gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
  o eski heyecan ölür
...
şarabın gazabından kork
 çünkü fena kırmızıdır
  kan tutar / tutan ölür
...
an gelir
ömrünün hırsızıdır
 her ölen pişman ölür
  hep yanlış anlaşılmıştır
   hayalleri yasaklanmış
...
son umut kırılmıştır
 kaf dağı'nın ardındaki
  ne selam artık ne sabah
   kimseler bilmez nerdeler
    namlı masal sevdalıları
...
görünmez bir mezarlıktır zaman
 şairler dolaşır saf saf
  tenhalarında şiir söyleyerek
   kim duysa / korkudan ölür
-
tahrip gücü yüksek-
 saatli bir bombadır patlar
  an gelir
   Attila İlhan ölür...

Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...
Bir süreliğine -alıntıları tenzih ederek- aranızdan ayrılıyorum;
Sevgiyle kalın...