15 Aralık 2012 Cumartesi
10 Kasım 2012 Cumartesi
22 Ekim 2012 Pazartesi
Bir Acayip Duygu
«Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra —
Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...
Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
Dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte ..........»
.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.
16 Ekim 2012 Salı
Mırıldandığım Şeylersin
Senin Harflerin İçin
1.
Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
kapanınca harflerinin kapısı: Adın
şiirim!
Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın
cennetim!
Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
ve haylaz suyundan öpsem küskün
bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin
cehennemim
2.
Mırıldan dur bana, senin üstüne harf
getirmem daha, ağız ağıza duruyor
harflerin: Sevmenin birinci hâli gibi
telaşlı duruyor da ben utanıyorum
üçü bakarken birini öpmeye senin!
3.
Harflerin aralanmış
sesliler sevişiyor
sessizlere bu cümlede
sıra gelmeyecek gibi
Harflerin yatışınca
belki duyarsın içinde
sessizlerin uykusuz
kaldığı o cümleyi
Aşkı seslendirirken
unuttuğun mırıltı
bizi sessizliğimizden
doğru bağışlar belki
4.
Bir ses sesini öpse
harflerin uykusuz kalır
5.
Dün sabah önünden geçtim
kağıt gibiydi harflerinin yüzü
araları açılmış olmalı
bütün gece sevişmekten
6.
Mırıldandığımız şeyler
kalmayınca aramızda
ağızda söz, gövdede ter,
bir aşk bunlarla biter
7.
Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!
Haydar Ergülen
1 Ekim 2012 Pazartesi
30 Eylül 2012 Pazar
Yağmur Kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Attila İlhan
Attila İlhan'ı okuyamazsınız;
Ancak dokunabilirsiniz O'na...
23 Eylül 2012 Pazar
İstemek...
Ne zamandır şöyle oturup dert anlatan bir yazı yazmadığımı fark ettim. Çok fazla zaman öldürmeye başladım son zamanlarda, pek bir şey yapmıyorum. Sadece istiyorum...
İsteklerinin engellenmesine pek tahammüllü olan bir insan değilim sanırım. Genelde istediğim bir şeyi çok yoğun istiyorum. Bu çok ufak bir şey olsa da tüm ilgimi onun üzerine yoğunlaştırıyorum.
Bir şeyi istemek bir kaç evreden oluşuyor sanırım. İlk evre o şeyin ilgi alanına girmesi. Sonra o şeyin ilgi çekmesi daha sonra o şeyi istemek. Evet, sürekli onu düşünmek, gerçekleştiğini hayal etmek... Son evre ise gerçekleşmesi. Aslında bu sonuncusunu bu döngüye eklemeyebiliriz. Gerçekleştiği anda istek yok oluyor sonuçta. "İnsan arzulanandan çok arzulamaya aşıktır" der ya Nietzsche; İşte öyle bir şey...
Açıkcası benim en sevdiğim evre istediğim şeyi sürekli irdelediğim ve sürekli onu hayal ettiğim evre. Öyle bir şey oluyor ki, tüm hayatım ona kanalize oluyor aniden. Hayat ona doğru akmaya başlıyor ve tüm yolların ondan geçtiğini fark ediyorum. Sonra bu isteği normalleştirmeye başlıyorum git gide. Yani hayatın normal akışı içinde yer alıyor artık bu istek.
Tüm bunlardan öte, isteğimin karşısına çıkan engellerden nefret ediyorum. Onlara özel bir kin besliyorum sanki içten içe. Hatta bazen bu istediğim şeyin ta kendisi olabiliyor. Bu isteklere böyle çok büyük şeylermiş gibi bakmayın. Oturduğum yerden bir düğmeye, prize vs. erişemiyorsam uzaklığa kızıyorum. Bir şeyi alacak/yapacak param yoksa parasızlığıma, bir şeyi kaçırmışsam zamana; zaman geçirdiğim insanlara.
Ve bir insana ulaşamıyorsam, ona ulaşmama engel diğer insanlara o kadar kin besliyorum ki... Bazen de o insanın kendisine... Ama daha sonra "Bu kadar çok istediğim bir insana kızamam" deyip unutmaya çalışıyorum...
....
Bazı şeyler unutulmayacak kadar muazzam. Bazı şeyler hatırlanacak kadar güzel, bitmiş olsa da. Belki bu hatırlanası olmaklığındandır unutulmaması...
Sevgiyle...
İsteklerinin engellenmesine pek tahammüllü olan bir insan değilim sanırım. Genelde istediğim bir şeyi çok yoğun istiyorum. Bu çok ufak bir şey olsa da tüm ilgimi onun üzerine yoğunlaştırıyorum.
Bir şeyi istemek bir kaç evreden oluşuyor sanırım. İlk evre o şeyin ilgi alanına girmesi. Sonra o şeyin ilgi çekmesi daha sonra o şeyi istemek. Evet, sürekli onu düşünmek, gerçekleştiğini hayal etmek... Son evre ise gerçekleşmesi. Aslında bu sonuncusunu bu döngüye eklemeyebiliriz. Gerçekleştiği anda istek yok oluyor sonuçta. "İnsan arzulanandan çok arzulamaya aşıktır" der ya Nietzsche; İşte öyle bir şey...
Açıkcası benim en sevdiğim evre istediğim şeyi sürekli irdelediğim ve sürekli onu hayal ettiğim evre. Öyle bir şey oluyor ki, tüm hayatım ona kanalize oluyor aniden. Hayat ona doğru akmaya başlıyor ve tüm yolların ondan geçtiğini fark ediyorum. Sonra bu isteği normalleştirmeye başlıyorum git gide. Yani hayatın normal akışı içinde yer alıyor artık bu istek.
Tüm bunlardan öte, isteğimin karşısına çıkan engellerden nefret ediyorum. Onlara özel bir kin besliyorum sanki içten içe. Hatta bazen bu istediğim şeyin ta kendisi olabiliyor. Bu isteklere böyle çok büyük şeylermiş gibi bakmayın. Oturduğum yerden bir düğmeye, prize vs. erişemiyorsam uzaklığa kızıyorum. Bir şeyi alacak/yapacak param yoksa parasızlığıma, bir şeyi kaçırmışsam zamana; zaman geçirdiğim insanlara.
Ve bir insana ulaşamıyorsam, ona ulaşmama engel diğer insanlara o kadar kin besliyorum ki... Bazen de o insanın kendisine... Ama daha sonra "Bu kadar çok istediğim bir insana kızamam" deyip unutmaya çalışıyorum...
....
Bazı şeyler unutulmayacak kadar muazzam. Bazı şeyler hatırlanacak kadar güzel, bitmiş olsa da. Belki bu hatırlanası olmaklığındandır unutulmaması...
Sevgiyle...
21 Ağustos 2012 Salı
Sis
İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
<<Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?>>
Haydar Ergülen
29 Temmuz 2012 Pazar
Zafere Dair
Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Gayri çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
- halbuki nasıl da hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Gayri çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
- halbuki nasıl da hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...
8 Temmuz 2012 Pazar
.
ÖZLEM
Bir gece,
Gecede bir uyku..
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.
Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.
Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.
Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
14 Nisan 2012 Cumartesi
Tanrı Ellerimizdir
Bir madde. Hiç bir anlamı olmayan, yalnız madde olma vasfına haiz, yalnızca evrende belirli bir yer kaplayan bir madde; ta ki insan algısına kapılana kadar. Nesneleri sembollere döüştüren şey; insan algısı. Yani ortada bir nesne var ve bir de insan algısı. Bu nesne insan algısına maruz kaldığı zaman özünden çok farklı bir şey çıkıyor ortaya. Altın gibi mesela. İnsan algısına maruz almadan önce madde olmaktan başka pek bir niteliği yoktur. Ama bu algıya maruz kaldığı zaman..? Demek istedğim şey dostlar;
Nesneler tek başlarına anlamsızdır, nesnelere insanlar anlam yükler ve sembol haline getirir.
Ne ifade eder hacın üzerine ellerinden çivilenmiş çıplak bir insan bedeni, böyle bir algıya maruz kalmadan önce..?
İnsanlığın yaşadığı binlerce yıl boyunca elbette anlam yüklenmemiş nesne yok gibidir. Ama bir de özel anlam yükleme diye bir şey var. Bir "dış fırçası" mesela. Bir dış fırçasının var olması insanın dişlerini temizlemesi içindir. Ancak işte burada özel anlam yükleme devreye giriyor; herhangi bir insana göre (ki buradaki herhangi insan ben oluyorum. Soyut konulardan bahsederken özneler de soyut olunca daha havalı oluyor, anlarsınız ya) bir dış fırçasının varlığı kendini ait hissetmesine neden olabilir. Çünkü insanın yalnızca kendinin olduğu yerde diş fırçası vardır; işte özel anlam yükleme.
Mesela "sen" sözcüğü. Bu sözcük konuşurken konuşmanın karşı tarafını belirtmek için kullanılır veya düşünürken... Ama öyle bir şey olur ki, hep yanınızdaymış gibi hisseder, hep onu düşünürsünüz ve böylece sizin zihninizdeki "sen" somutlaşır.
Veya bir el vardır...
Ve bir başka elin arasında farklı bir anlamlıdır...
Bunca yazdıktan sonra bir yere bağlayamamak elbet can sıkıcı bir durum elbet.
Velhâsıl dostlar, insanlığın varoluşundan bunca yıl sonra dünyaya gelen bizlerin genel anlam yükleyeceği pek bir şeyi kalmadığı için kendi dünyamızı yalnızca bu özel anlamlarla kurabiliriz. Ve asıl özgürlük işte bu özel anlamlarda gizlidir. Zannımın bu konudaki naçizhane düşünceleri bu yöndedir.
Nâzım der ya bir şiirinde;
<<Tanrı ellerimizdir>>
diye
işte öyle bir şey...
Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...
Nesneler tek başlarına anlamsızdır, nesnelere insanlar anlam yükler ve sembol haline getirir.
Ne ifade eder hacın üzerine ellerinden çivilenmiş çıplak bir insan bedeni, böyle bir algıya maruz kalmadan önce..?
İnsanlığın yaşadığı binlerce yıl boyunca elbette anlam yüklenmemiş nesne yok gibidir. Ama bir de özel anlam yükleme diye bir şey var. Bir "dış fırçası" mesela. Bir dış fırçasının var olması insanın dişlerini temizlemesi içindir. Ancak işte burada özel anlam yükleme devreye giriyor; herhangi bir insana göre (ki buradaki herhangi insan ben oluyorum. Soyut konulardan bahsederken özneler de soyut olunca daha havalı oluyor, anlarsınız ya) bir dış fırçasının varlığı kendini ait hissetmesine neden olabilir. Çünkü insanın yalnızca kendinin olduğu yerde diş fırçası vardır; işte özel anlam yükleme.
Mesela "sen" sözcüğü. Bu sözcük konuşurken konuşmanın karşı tarafını belirtmek için kullanılır veya düşünürken... Ama öyle bir şey olur ki, hep yanınızdaymış gibi hisseder, hep onu düşünürsünüz ve böylece sizin zihninizdeki "sen" somutlaşır.
Veya bir el vardır...
Ve bir başka elin arasında farklı bir anlamlıdır...
Bunca yazdıktan sonra bir yere bağlayamamak elbet can sıkıcı bir durum elbet.
Velhâsıl dostlar, insanlığın varoluşundan bunca yıl sonra dünyaya gelen bizlerin genel anlam yükleyeceği pek bir şeyi kalmadığı için kendi dünyamızı yalnızca bu özel anlamlarla kurabiliriz. Ve asıl özgürlük işte bu özel anlamlarda gizlidir. Zannımın bu konudaki naçizhane düşünceleri bu yöndedir.
Nâzım der ya bir şiirinde;
<<Tanrı ellerimizdir>>
diye
işte öyle bir şey...
Sevgiyle kalın...
Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...
7 Nisan 2012 Cumartesi
Bilinmemezlikler ve Omuzların Üzerine
Bilinmemezlikler içinde kaybolmak;
en büyük, en yoğun, en muazzam duygular ışığında...
milyonlarca şey hissetmek
ama ne hissettiğini bilememek...
ve her nefes alışında
sonuca yine ulaşamamanın verdiği yenilmişlik hissi...
...
işte, yine bakıyor mahalle karısı camdan,
yerleştirmiş pencerenin pervazlarına memelerini
gözleri üzerinde,
pervazlar bıkmışlar bu ağırlığı taşımaktan.
kahvehanedeki adam,
dayanmış bastonuna,
cigarasını çekerek süzmekte seni
baston anlayamamış hala işlevini.
manav oturuyor taburede
kolluyor bir an ayarlı tartısını
dikmişken gözlerini sana
ve tabure gıcırdamakta berdevam...
ne pervaz ne baston ne tabure...
omuzlarında hepsinin ağırlığı
omuzlarında herkesin ağırlığı
en yakınından başlayarak...
8 Mart 2012
04:08
en büyük, en yoğun, en muazzam duygular ışığında...
milyonlarca şey hissetmek
ama ne hissettiğini bilememek...
ve her nefes alışında
sonuca yine ulaşamamanın verdiği yenilmişlik hissi...
...
işte, yine bakıyor mahalle karısı camdan,
yerleştirmiş pencerenin pervazlarına memelerini
gözleri üzerinde,
pervazlar bıkmışlar bu ağırlığı taşımaktan.
kahvehanedeki adam,
dayanmış bastonuna,
cigarasını çekerek süzmekte seni
baston anlayamamış hala işlevini.
manav oturuyor taburede
kolluyor bir an ayarlı tartısını
dikmişken gözlerini sana
ve tabure gıcırdamakta berdevam...
ne pervaz ne baston ne tabure...
omuzlarında hepsinin ağırlığı
omuzlarında herkesin ağırlığı
en yakınından başlayarak...
8 Mart 2012
04:08
Bizim Gibi
Arzulu mudur acaba
Bir tank, rüyasında
Ve ne düşünür tayyare
Yalnız kaldığı zaman?
Hep bir ağızdan şarkı söylemesini
Sevmez mi acaba gaz maskeleri
Ay ışığında?
Ve tüfeklerin merhameti yok mudur
Biz insanlar kadar olsun?
Orhan Veli Kanık
Bir tank, rüyasında
Ve ne düşünür tayyare
Yalnız kaldığı zaman?
Hep bir ağızdan şarkı söylemesini
Sevmez mi acaba gaz maskeleri
Ay ışığında?
Ve tüfeklerin merhameti yok mudur
Biz insanlar kadar olsun?
Orhan Veli Kanık
2 Nisan 2012 Pazartesi
Üvercinka
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil
27 Şubat 2012 Pazartesi
Rubâiler-II
1
«— Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»
2
Ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
3
Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...
4
Geçmiş günün hasretini çekmem
— yalnız bir yaz gecesi bir yana —
ve gözümün son mavi pırıltısı bile
gelecek günün müjdesini verecek sana...
5
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
6
Ben, spiker, konuştum,
sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak :
— Kalbimin saat ayarını veriyorum,
gonga tam şafak vakti vurulacak.
«— Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»
2
Ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
3
Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...
4
Geçmiş günün hasretini çekmem
— yalnız bir yaz gecesi bir yana —
ve gözümün son mavi pırıltısı bile
gelecek günün müjdesini verecek sana...
5
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
6
Ben, spiker, konuştum,
sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak :
— Kalbimin saat ayarını veriyorum,
gonga tam şafak vakti vurulacak.
21 Şubat 2012 Salı
Adsız Bir Çiçek
rengini dünyaya ilk defa sunan
adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
sevgilim
bana "sen bir şairsin" dediği zaman
yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
soğuklar başlayınca havalanıp
millerce yol kat ettikten sonra
güneyi tadan bir kuşun sevinciyle
ve yazmış olacağım bir de
her dönemde her çağda
sevdanın kendine özgü diliyle
Edip Cansever
adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
sevgilim
bana "sen bir şairsin" dediği zaman
yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
soğuklar başlayınca havalanıp
millerce yol kat ettikten sonra
güneyi tadan bir kuşun sevinciyle
ve yazmış olacağım bir de
her dönemde her çağda
sevdanın kendine özgü diliyle
Edip Cansever
11 Şubat 2012 Cumartesi
Rubâiler-I
...
Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir,
ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...
3
Sevgilimin hayâli dile geldi aynanın üzerinde :
«— O yok, ben varım,» — dedi bana günün birinde.
Vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu hayâl
ve lâkin çok şükür sevgilim duruyor yerli yerinde...
4
Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
fakat ne tuhaf şey hayâlin onda daha çok kalacak
benden uzun ömürlüdür muşamba...
...
6
Öptü beni : «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi...
7
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...
8
«— Paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, —
«gülmek, ağlamak bitti çocuğum...»
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...
9
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elvedâ,
ve merhaba
k â i n a t . . .
10
Balla dolu petek
yani gözlerin güneşle dolu...
Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
bal başka petekleri doldurmakta devâmedecek...
...
12
Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cogito, ergo sum*» değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...
13
Aramızda sadece bir derece farkı var,
işte böyle kanaryam,
sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun,
ben elleri olan, düşünebilen adam...
*düşünüyorum o halde varım
6 Şubat 2012 Pazartesi
47.
Şimdiye kadar olmadığım gibi aşığım sana.
Bu, benim için yeni bir şey.
Belki de yaş meselesi.
Gelip onu öldüreceksin diye korkuyorum adeta.
İçimdeki bu muazzam mahlûk
yanlış bir bakışla devrilebilir.
Her şeyden büyük olan insan
tek kurşunla yıkılmıyor mu?
Korkuyorum.
Ellerinden öperim.
Nâzım Hikmet Ran
Bu, benim için yeni bir şey.
Belki de yaş meselesi.
Gelip onu öldüreceksin diye korkuyorum adeta.
İçimdeki bu muazzam mahlûk
yanlış bir bakışla devrilebilir.
Her şeyden büyük olan insan
tek kurşunla yıkılmıyor mu?
Korkuyorum.
Ellerinden öperim.
Nâzım Hikmet Ran
Bilmek ve Hissetmek Üzerine
Hissetmek...
içinde sanki bir kainat varmış gibi hissetmek,
yutkunarak,
soğuk soğuk terleyerek...
Ve aslında hiçbir şey bilmeden;
Ama sanki evrendeki tüm bilgilere ulaşmış iştihasıyla,
kendinden emin(!) hissetmek...
Susamak gibi mesela
nefes almak veya...
Çocuğun şeker istemesi gibi hissetmek sevdiğim,
benim seni istemem gibi hissetmek...
Doğal,
yalansız
hissetmek seni...
Gülüşünü,
sıcaklığını,
ellerini,
gözlerini...
Seni hissetmek sevdiğim
ve seni düşünmek...
Gelecek güzel günlere inanmak
gibi bir bahtiyârlık...
*<< Gayrısı;
elimin-
-elinden
ayrılışı
gibi bir keder... >>*
Bu da yazının müziği olsun o zaman.
Not: * * içine alınan yer alıntıdır.
Sevgiyle...
6 Şubat 2012
15:43
içinde sanki bir kainat varmış gibi hissetmek,
yutkunarak,
soğuk soğuk terleyerek...
Ve aslında hiçbir şey bilmeden;
Ama sanki evrendeki tüm bilgilere ulaşmış iştihasıyla,
kendinden emin(!) hissetmek...
Susamak gibi mesela
nefes almak veya...
Çocuğun şeker istemesi gibi hissetmek sevdiğim,
benim seni istemem gibi hissetmek...
Doğal,
yalansız
hissetmek seni...
Gülüşünü,
sıcaklığını,
ellerini,
gözlerini...
Seni hissetmek sevdiğim
ve seni düşünmek...
Gelecek güzel günlere inanmak
gibi bir bahtiyârlık...
*<< Gayrısı;
elimin-
-elinden
ayrılışı
gibi bir keder... >>*
Bu da yazının müziği olsun o zaman.
Not: * * içine alınan yer alıntıdır.
Sevgiyle...
6 Şubat 2012
15:43
3 Şubat 2012 Cuma
Rubâiler-III
1
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire :
aydınlık, alabildiğine aydınlık...
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire :
aydınlık, alabildiğine aydınlık...
26 Ocak 2012 Perşembe
Basit Yaşayacaksın
basit yaşayacaksın,
basit
mesela susayınca su içecek kadar basit...
dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında,
tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
'seni seviyorum' gibi.
basit bir öpücük yetecek sana...
basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın,
hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
beklentilerin de basit olacak:
kaf dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz
aşk romanını.
pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
iskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında,
bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in
mutluluğunu.
makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
temizlik kokacak en pahalı parfümün.
'bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve
çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.
tek dereden su getirmen yetecek,
bir 'istemiyorum' diyebilmeye,
ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.
saatin, sadece saati gösterecek,
telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.
basit yaşayacaksın,
basit.
sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...
Yalçın Ergir
basit
mesela susayınca su içecek kadar basit...
dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında,
tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
'seni seviyorum' gibi.
basit bir öpücük yetecek sana...
basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın,
hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
beklentilerin de basit olacak:
kaf dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz
aşk romanını.
pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
iskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında,
bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in
mutluluğunu.
makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
temizlik kokacak en pahalı parfümün.
'bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve
çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.
tek dereden su getirmen yetecek,
bir 'istemiyorum' diyebilmeye,
ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.
saatin, sadece saati gösterecek,
telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.
basit yaşayacaksın,
basit.
sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...
Yalçın Ergir
Bu Gece Anısına...
Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve marmara denizinin dibinden geçip,
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...
Nâzım Hikmet
25 Ocak 2012 Çarşamba
Dans Etme İsteği
Akıl-arzu çıkmazında önemli olan akılla özneyi bulup ardından kendini arzuların boyundurluğuna bırakmak derdim ya...
Yalnızca arzuların hükmettiği bir bedene hapsetmiş durumdayım yaşamı. Oysa arzular;
sonsuz,
arsız,
ahlâksız...
Beden ise zaten sonlu, arzuların aksine. Üstelik arlı ve ahlâklı olmalı, toplum denen organizmanın içinde yer bulabilmek için kendine...
Dokunabilmek
görebilmek
ve hissedebilmek arzusu...
Ve tüm bunların karşısında toplum...
Parçalardan oluşan bütün nasıl olur da parçalara bu kadar yabancı olabilir..?
Ve parçalar bütünün boyundurluğunda;
kendi oluşturdukları bütünün...
Bazen, toplumun pranga vurduğu tüm bu değerlere rağmen, tüm köreltme çabalarına rağmen;
<< Bir şey olur... >>
İsmi,
cismi,
rengi;
Yok!
Bir müzik dinlediğinde nerden geldiğini bilmediğin dans etme arzusu gibi bir şey... Bütünün tüm baskılarına rağmen; parçanın "kendi olması", tüm pamuk tıkamalara rağmen; dans etme isteği...
dokun
-abilme
his
-edebilme
gör
-ebilme
arzusu...
Ve gayrısı;
yârin gül kokusu...
Herkesin dans etmek istediği bir müzik olabilir,
ben bu müziği <<yaşıyorum>> ...
Sevgiyle kalın...
Yalnızca arzuların hükmettiği bir bedene hapsetmiş durumdayım yaşamı. Oysa arzular;
sonsuz,
arsız,
ahlâksız...
Beden ise zaten sonlu, arzuların aksine. Üstelik arlı ve ahlâklı olmalı, toplum denen organizmanın içinde yer bulabilmek için kendine...
Dokunabilmek
görebilmek
ve hissedebilmek arzusu...
Ve tüm bunların karşısında toplum...
...
Ve parçalar bütünün boyundurluğunda;
kendi oluşturdukları bütünün...
Bazen, toplumun pranga vurduğu tüm bu değerlere rağmen, tüm köreltme çabalarına rağmen;
<< Bir şey olur... >>
İsmi,
cismi,
rengi;
Yok!
Bir müzik dinlediğinde nerden geldiğini bilmediğin dans etme arzusu gibi bir şey... Bütünün tüm baskılarına rağmen; parçanın "kendi olması", tüm pamuk tıkamalara rağmen; dans etme isteği...
dokun
-abilme
his
-edebilme
gör
-ebilme
arzusu...
Ve gayrısı;
yârin gül kokusu...
Herkesin dans etmek istediği bir müzik olabilir,
ben bu müziği <<yaşıyorum>> ...
Sevgiyle kalın...
15 Ocak 2012 Pazar
Ben Nâzım Hikmet
13 Ocak 2012 Cuma
Gün Olur
Gün olur, alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...
Orhan Veli
5 Ocak 2012 Perşembe
Cemal Süreya'dan...
fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş
iki nesne değiliz biz,
güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
razı olma hiçbir sessizliğe
biliyorsun seni seviyorum
pencereden bakmayı öğreteceğim sana
sesin balkona asılı çamaşırcasına
havalansın, havalansın dursun
sokakta değil balkonda
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığın altına sakla
şiirini mutfağa koy
boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa
öykünü yanına alabilirsin elbet
müziğini de, resmini de
niçin güvenmiyorsun bana
3 Ocak 2012 Salı
An Gelir...
Siz gelmesini istemezsiniz;
An gelir...
-Elbet geleceğini bile bile- istemezsiniz gelmesini, fakat;
An gelir...
Siz böyle olsun istemezdiniz, fakat;
An gelir...
Gayrısı ne derseniz diyin, laf-u güzaf;
An gelir...
...
Bazen son geldiğinde açılır pandoranın kutusu, ama bazen o kadar saygı duyulması gereken bir duygudur ki o, en saf, temiz haliyle "an gelir"...
Bazen hayat, yenilgiyi kabullenmektir aslında, acıyı onurla sırtlayıp taşımaktır... Düşmeyi kabul edip daha sağlam, daha dik doğrulmaktır hayat bazen. Tüm cesaret dalkavuklarına rağmen "evet, korkuyorum" diyebilmektir bazen; ama sadece bazen...
Önemli olan o "an"ı yakalamaktır belki de. Belki de değildir; bilmiyorum.
Velhâsıl;
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
...
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
...
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
...
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
...
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-
tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila İlhan ölür...
Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...
Bir süreliğine -alıntıları tenzih ederek- aranızdan ayrılıyorum;
Sevgiyle kalın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)