Bir madde. Hiç bir anlamı olmayan, yalnız madde olma vasfına haiz, yalnızca evrende belirli bir yer kaplayan bir madde; ta ki insan algısına kapılana kadar. Nesneleri sembollere döüştüren şey; insan algısı. Yani ortada bir nesne var ve bir de insan algısı. Bu nesne insan algısına maruz kaldığı zaman özünden çok farklı bir şey çıkıyor ortaya. Altın gibi mesela. İnsan algısına maruz almadan önce madde olmaktan başka pek bir niteliği yoktur. Ama bu algıya maruz kaldığı zaman..? Demek istedğim şey dostlar;
Nesneler tek başlarına anlamsızdır, nesnelere insanlar anlam yükler ve sembol haline getirir.
Ne ifade eder hacın üzerine ellerinden çivilenmiş çıplak bir insan bedeni, böyle bir algıya maruz kalmadan önce..?
İnsanlığın yaşadığı binlerce yıl boyunca elbette anlam yüklenmemiş nesne yok gibidir. Ama bir de özel anlam yükleme diye bir şey var. Bir "dış fırçası" mesela. Bir dış fırçasının var olması insanın dişlerini temizlemesi içindir. Ancak işte burada özel anlam yükleme devreye giriyor; herhangi bir insana göre (ki buradaki herhangi insan ben oluyorum. Soyut konulardan bahsederken özneler de soyut olunca daha havalı oluyor, anlarsınız ya) bir dış fırçasının varlığı kendini ait hissetmesine neden olabilir. Çünkü insanın yalnızca kendinin olduğu yerde diş fırçası vardır; işte özel anlam yükleme.
Mesela "sen" sözcüğü. Bu sözcük konuşurken konuşmanın karşı tarafını belirtmek için kullanılır veya düşünürken... Ama öyle bir şey olur ki, hep yanınızdaymış gibi hisseder, hep onu düşünürsünüz ve böylece sizin zihninizdeki "sen" somutlaşır.
Veya bir el vardır...
Ve bir başka elin arasında farklı bir anlamlıdır...
Bunca yazdıktan sonra bir yere bağlayamamak elbet can sıkıcı bir durum elbet.
Velhâsıl dostlar, insanlığın varoluşundan bunca yıl sonra dünyaya gelen bizlerin genel anlam yükleyeceği pek bir şeyi kalmadığı için kendi dünyamızı yalnızca bu özel anlamlarla kurabiliriz. Ve asıl özgürlük işte bu özel anlamlarda gizlidir. Zannımın bu konudaki naçizhane düşünceleri bu yöndedir.
Nâzım der ya bir şiirinde;
<<Tanrı ellerimizdir>>
diye
işte öyle bir şey...
Sevgiyle kalın...
Bu da yazının şarkısı olsun o zaman...
Bilinmemezlikler içinde kaybolmak;
en büyük, en yoğun, en muazzam duygular ışığında...
milyonlarca şey hissetmek
ama ne hissettiğini bilememek...
ve her nefes alışında
sonuca yine ulaşamamanın verdiği yenilmişlik hissi...
...
işte, yine bakıyor mahalle karısı camdan,
yerleştirmiş pencerenin pervazlarına memelerini
gözleri üzerinde,
pervazlar bıkmışlar bu ağırlığı taşımaktan.
kahvehanedeki adam,
dayanmış bastonuna,
cigarasını çekerek süzmekte seni
baston anlayamamış hala işlevini.
manav oturuyor taburede
kolluyor bir an ayarlı tartısını
dikmişken gözlerini sana
ve tabure gıcırdamakta berdevam...
ne pervaz ne baston ne tabure...
omuzlarında hepsinin ağırlığı
omuzlarında herkesin ağırlığı
en yakınından başlayarak...
8 Mart 2012
04:08
Arzulu mudur acaba
Bir tank, rüyasında
Ve ne düşünür tayyare
Yalnız kaldığı zaman?
Hep bir ağızdan şarkı söylemesini
Sevmez mi acaba gaz maskeleri
Ay ışığında?
Ve tüfeklerin merhameti yok mudur
Biz insanlar kadar olsun?
Orhan Veli Kanık
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil