25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yazıyorum O Halde Varım'dan...


Sana seslenmek için
gökyüzünden kafiyeler mi
indirmeli..?

Öyle değilse söyle bana,
neden hiçbir sözcük hakketmiyor
sana yazılmayı..?

Neden hiçbiri
yakışmıyor,
neden hiçbiri
    layık değil sana..?

...

Sesin kulaklarımda;
fakat sığdıramıyorum onu da 
hiçbir tona...

Gözlerin ise
kahretmekte
"renk" kavramını...

Tenin, 
olgunluğunun doruğuna ulaşmış 
bir gül...
Dokunsam darmadağın...


Yazıyorum O Halde Varım

22 Şubat 2011
03:37

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İtirazın İki Şartı

çok olmadığımız kesin,
çok olan tarafta değiliz,
çok olan tarafta olmayacağız.

türkiye'de kürt olacağız;
kürtlerde ermeni;
ermenilerde süryani...
gidip almanya'da türk olacağız;
hollanda'da surinamlı;
fransa'da cezayirli;
iran'da azeri...
amerika'da zifiri zenci olacağız;
çoğalan zencide mutlaka kızılderili...
israil'de filistinli..!
köpeğin karşısında kedi;
kedinin karşısında kuş olacağız;
kuşun karşısında börtü böcek...
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız...


Bu itirazın ilk şartı...               
               ...
                 
Nevzat Çelik 

20 Mayıs 2011 Cuma

"Bitme" Korkusu Üzerine

  Saat 02:00 civarı ve ben bir şeyler düşünüyorum şu sıralar. En son Kazım Koyuncu'dan birkaç satır yazarak sona erdirmiştim sizlerle birlikteliğimi. Ve tekrar, beynimden gelen komutlarla, gezinmekte parmaklarım klavyenin üzerinde, önceden bir deftere yazılan bu yazıyı; biraz sansür, biraz süslemeyle ama her daim içtenlikle buraya yazmak için...

  Evet yaşıyorum hâlâ, belki de hazzına varıyorum bunun... Bilmiyorum. Dahası, -Bernard Shaw'ın deyimiyle- saatte 60 dakikalık korkunç bir hızla ölüme yaklaşmaktayım.

Ve bu beden 
seyir ederken
bu yolda
daha neler olur,

Kim bilir..?

  Şu sıralar günümün büyük bir çoğunluğunu uyuyarak geçiriyorum. Aslında rahatsız değilim bu durumdan, kendimi boş hissettiğim zamanlar oluyor yalnızca bazen. Evet, işte o onlar huzursuz hissediyorum...

                                                              ...

  Gün gelecek, her şey bitecek;
      bu kalem, bu defter, bu yaşam...
  Gün gelecek, her şey yok olacak;
      ben, sen, o...

  Ve "ben
  "sen"i düşünürken,
  senin umrunda olmayacağım.
  "O" beni sevecek;
  ama umursamayacağım...
 
  Sonunda hayat...
  Sonunda yaşam tükenecek
  bu yolda.
  Geriye kalan yalnızca;
  bu defter, bu kalem... 

                                                             ...

  Bir şeyin bitmesinden korkmak, o şeye duyulan sevgiden mi ileri gelir;
                                                          yoksa sonundaki belirsizlikten mi? 

  Freud, "korkunun üzerine git" der.
Ama...
Ya sonucunu kaldıracak kadar
cesaretim yoksa..?

  Nâzım der ya "Karlı Kayın Ormanında" şiirinde;

  "Yedi tepeli şehrimde
  bıraktım gonca gülümü.
  Ne ölümden korkmak ayıp,
  ne de düşünmek ölümü.

  En acayip gücümüzdür,
  kahramanlıktır yaşamak:
  Öleceğimizi bilip,
  öleceğimizi mutlak"

  Diye...
  İşte öyle bir şey...


 Sevgilerimle... 

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Kazım Koyuncu'dan; Ama Her Şeye Rağmen...

Bu arada;
hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne,
günün karanlık saatlerine,
ara sıra kopsa da fırtınalara,
bir gün boğulacağımız denizlere,
eski günlere,
neler olacağını bilmesek de geleceğe,
kötülüklerle dolu olsa bile tarihe,
tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara,
Donkişotlar 'a,
ateş hırsızlarına,
Ernesto "Çe" Guevara'ya,
yollara-yolculuklara,
sevgililere,
sevişmelere,
sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara,
üşürken ısınmalara,
her şeyden sıcak annelere,
babalara
ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara;
kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük.
Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük.
Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük.
Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük.
Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar,
her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.
Biz de öldük.
Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik;
Teşekkürler dünya...


15 Mayıs 2011 Pazar

Açlık Grevinin 5. Gününde

Kardeşlerim,
demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam
kusura bakmayın kardeşlerim,
azıcık sarhoş gibiyim, birazcık dönüyor kafam,
                                     rakıdan değil
                                     açlıktan hafif tertip.

Kardeşlerim,
Avrupa'dakiler, Asya'dakiler, Amerika'dakiler,
ben, hapiste açlık grevinde değil de
      bir kırda yatıyor gibiyim bu mayıs ayında geceleyin.
      Ve gözleriniz ışıl ışıl yıldızlar gibi başucumda;

ve elleriniz tek bir el
          anamın eli gibi
            yârimin eli gibi
              Memed'in eli gibi
                hayatın eli gibi avucumda.

Kardeşlerim,
zaten beni hiçbir zaman bir başıma bırakmadınız,
hem sade beni değil
          memleketimi ve halkımı da.
Sizinkileri benim sevdiğim kadar
          siz de benimkileri seviyorsunuz diye
             sağ olun kardeşlerim, teşekkür ederim.

Kardeşlerim,
ölmeğe niyetim yok.
Kardeşlerim,
biliyorum,
         yine de yaşamakta devam edeceğim yanı başınızda:
Aragon'un mısrasında olacağım
           - gelecek güzel günleri anlatan her mısrasında -
             ve beyaz güvercininde Picasso'nun
                  ve Robenson'un türkülerinde 
             ve asıl
                  ve en güzeli:
Marsilya dok işçilerinden yoldaşımın muzaffer gülüşünde olacağım.

Kardeşlerim,
dolu dizgin bahtiyarım doğrusu 
                                  

Nâzım Hikmet Ran
Mayıs - 1950

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Paylaştığım İlk Şiirim

  Ne kadar uzaksın benden,
                  ne kadar uzak...
  Gözlerin bana uzak,
                 saçların...

  Gülüşünün sıcaklığı yok!
                  üşüyor bu beden
                           mütemadiyen...

  Sen yoksun,
  Oysa özlüyorum ben seni
  ve yeşil gözlerinden akan yaş olup
  tatmak isterim beyaz tenini...

  21.03.2011 / 23:49

  Yazıyorum O Halde Varım
 

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Güvercin Tedirginliği



  Nesnelere anlamlarını insanlar yükler, nesneler tekbaşlarına anlamsızdır.
V For Vendetta 




  Gariptir, uçan güvercinlere daha bir tebessümle bakılır, kafesteki güvercinlere nazaran. 

                                                                                  Bunun nedeni nedir peki? 



  İşte orada, bakın bakın..! Özgürlüğü elinden alınmış birisinin, demirlerin içerisinde.

  Gelin, bir diğerine göz atalım;

Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne?

Oktay Rıfat Horozcu-- Elleri Var Özgürlüğün
 

  İşte burada... Açmış kanatlarını, hem ne de olsa "Elleri Var Özgürlüğün" değil mi?

  Duyuyorsunuz işte, özgürlügün kanat çırpışları bunlar..! Bir kaç ses işitiyorsunuz belli belirsiz: Bach'tan, Beethoven'dan, Nâzım'dan... Veyahut kimi geçiriyorsanız içinizden; özgürlüğe aç canlılar gördüğünüzde.

  Her kanat çırpışında, biraz daha bağlanıyorsun yaşama, bir kat daha fazla tadıyorsun; hayatta olmanın hazzını, içinde bir şeyler ürperiyor...

  Peki ya, uçarken dahi, kafesteki gibi tutsak gibi hissetmek..?
                                                           En kötüsü olsa gerek.

  Bedenini değil, sadece kanatlarını hapsetmeleri, demirlerin ardına. Yoksun kalmak, tüm çoğul eklerini atıp gururla "ben" diyebilme ve tüm egolarından sıyrılıp, en tok sesinle "biz" diyebilme hazzından.

                                                                  Ve muhtaç olmak "yem"lere...

  Başlaması "insanın insana kulluğu"nun, yaşayamamak "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" ve tutsak olmak zincirlere!
                                                
DUR!
Ve yukarı bak...     
  
Daima umut vardır! 
kafesteki güvercine değil de
uçan güvercine
tebessüm ederek
baktığımız müddetçe
  umut daima var olacaktır! 
  



Evet... Güvercin tedirginliği içerisidesin...

        Ve                
       
Güvercinler kentin ta içlerinde,
insan kalabalıklarında dahi
yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe
 ama
 bir o kadar da özgürce.

 

...